Corona günleri, yasaklar ve zevklenme

Salgın ve güncel söylem 03 Mayıs 2020

“Tanrı öldü!” Gökyüzü boşmuş. Oo Nietzsche. Ya da Freud’un Totem ve Tabu’sundaki miti üzere “Baba-Tanrı öldü”. Geriye kalan, bizlere kalansa en yakındakinin/komşunun sevgisinden başka bir şey değil. Hristiyanlığın doğuşundaki “yakınındakini/komşunu kendin gibi seveceksin” emrini Lacan’ın bu cümleyi birkaç ders boyunca çalıştığı Etik Semineriyle birlikte şöyle de okuyabiliriz: Madem ki gökyüzü boş, ideal Bir yok, komşumu sevmek zorundayım. Sevgim her ne kadar berisinde bu Birin olmayışının yarattığı bir öfkeyi barındırıyorsa da. Hatta bana en mahrem, en yakın olan Şey, korkunç olanın yeri olsa da. O halde birbirimizden o denli nefret de edebiliriz.
Ya da yine Freud’un Yas ve Melankoli’yi kaleme aldığı aynı yılda yazdığı Bastırma metnine kulak verdiğimizde şu çarpıcı cümleyle karşılaşırız: “İnsanların tercih ettikleri nesneler, idealleri onlar için en korkunç olan nesnelerin algılarından ve deneyimlerinden kaynağını alırlar.” Ve bu tür bir yapılanış, boşluğa, şaşırmaya, aldanmaya izin vermeyen zalim bir Üstbenliğin temellenişini de hazırlar. 
Pınar Arslantürk yazısında, arzusunu keşfetme talebinde olan bir öznenin arayışının, özne tam da “zevklen” buyruğunun geldiği bu tekinsiz sulara, mayınlı alana girmeye ve sorumluluğunu almaya razı olduğu takdirde mümkün olabildiğini ele alıyor. Hele ki karantina günlerinin tetiklediği, yeniden uyandırdığı kesitlerde ve aktarım ilişkilerinde.
Öteki’nin arzusuyla, farklı olanla karşılaşmaya cesaret edemediğimiz bu hayat da ne böyle kuzum? En yakınımızdaki korkunçla yüzleşip, eğip bükmeyi, işlemeyi, dokumayı göze alamadığımız?